Türkiye’de Mültecilerin Uluslararası Koruma Belgelerinin İptali: Göç, Mültecilik ve İnsan Hakları Bağlamında Bir Değerlendirme
- Saliha ŞAHİN
- 24 Haz
- 4 dakikada okunur

2011 yılında Suriye iç savaşının patlak vermesiyle birlikte Türkiye, dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkelerinden biri hâline geldi. Başta Suriyeliler olmak üzere, Afganistan, Irak, İran ve Somali gibi ülkelerden gelen yüz binlerce insan, savaş, işkence, zulüm ve ölüm tehdidinden kaçarak Türkiye'ye sığındı. Ancak son dönemde kamuoyuna yansıyan haberler ve uluslararası raporlar, bu kişilere verilen uluslararası koruma statülerinin ve geçici kimlik belgelerinin çeşitli gerekçelerle iptal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında belgelediği üzere, kişilerin hukuka aykırı geri itilmesi (pushback) ve hatta yaşam hakkı ihlallerine varan ciddi riskler barındırmaktadır. Bu gelişme, hem hukuki hem de insani açıdan ciddi sonuçlar doğurma potansiyeline sahiptir.
Uluslararası Koruma Statüsü ve Türkiye’nin Yükümlülükleri
Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olmakla birlikte, coğrafi çekince nedeniyle sadece Avrupa’dan gelen sığınmacılara mülteci statüsü vermektedir. Buna karşın, Avrupa dışından gelen sığınmacılar “geçici koruma” ya da “uluslararası koruma” (şartlı mültecilik, ikincil koruma) gibi kategorilere dâhil edilerek koruma altına alınmaktadır. Bu koruma, kişinin menşe ülkesine geri gönderilmemesini, temel haklara erişimini ve yaşam hakkını teminat altına alır. Ancak bu statüler, kalıcı bir güvence sağlamaktan çok, bireyleri her an değiştirilebilecek idari kararlara bağlı, kırılgan bir hukuki zeminde bırakmaktadır. Bu kırılganlık, kişilerin sahip olduğu hakların kalıcı olmadığı ve idari bir kararla her an ellerinden alınabileceği anlamına gelmektedir.
Bu yükümlülükler, yalnızca ulusal yasalarla değil, aynı zamanda Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Birleşmiş Milletler Mülteci Sözleşmesi ve İşkenceye Karşı Sözleşme gibi uluslararası metinlerle de güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla, uluslararası koruma belgelerinin keyfi biçimde iptal edilmesi hem ulusal hukuk hem de uluslararası yükümlülükler açısından ciddi ihlaller anlamına gelir.
Göç İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan kamuoyu bilgilendirme materyallerinde, Türkiye'nin geri göndermeme yükümlülüğünü ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde etkin biçimde uyguladığı ve yabancıların belirlenen yasal statüler altında koruma gördüğü ifade edilmektedir. Ancak uygulamada yaşanan belge iptalleri, sınırlı yargı denetimi, etkisiz itiraz mekanizmaları ve sınır dışı süreçleri; bu resmi çerçevenin sahadaki karşılığının her zaman hukukla uyumlu olmadığını düşündürmektedir.
Kimlik Belgelerinin İptali ve Hukuki Belirsizlik
Uluslararası koruma statüsünün iptaliyle birlikte mültecilerin kimlik belgeleri de geçersiz hâle gelmekte, bu durum bireylerin yasal statülerini belirsiz hâle sokmaktadır. Kimliksiz bırakılan kişiler, sağlık, eğitim, çalışma hakkı gibi temel haklara erişimde ciddi engellerle karşılaşmakta; gözaltı, sınır dışı edilme veya geri gönderme merkezlerinde alıkonulma riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu hukuki boşluk, kişileri yasal korumadan yoksun bırakarak, onları kayıt dışı ekonominin en sömürüye açık aktörleri haline getirmektedir.
Bu uygulamalar, hukuk devleti ilkesini ve “kişinin hukuki güvenlik içinde yaşama hakkı”nı doğrudan tehdit etmektedir. Ayrıca iptal sürecinin şeffaf yürütülmemesi ve bireylerin etkili başvuru haklarını kullanamaması adil yargılanma hakkını zedelemektedir. Uluslararası insan hakları raporlarına göre, bu iptal süreçlerinin çoğunlukla geri gönderme merkezlerinde, kişilerin tehdit, aldatma veya şiddet altında 'gönüllü geri dönüş' belgelerini imzalamaya zorlandığı iddia edilmektedir. Bu iddialar, çeşitli tanıklıklara ve saha gözlemlerine dayandırılmaktadır. Bu yöntemler, hukuka aykırı bir sınır dışı işlemini yasal bir 'gönüllü' işlem gibi gösterme amacı taşımakta ve bireylerin itiraz hakkını fiilen ortadan kaldırmaktadır.
Göç Politikalarının Siyasi Araçsallaşması
Türkiye’de göç politikalarının giderek daha fazla iç politika malzemesi hâline geldiği görülmektedir. Seçim dönemlerinde artan yabancı karşıtlığı, mülteciler üzerinden yürütülen siyasi söylemler ve "göçmenleri gönderme" vaatleri, kamusal algıyı etkilemekte ve karar alıcıların politikalarını bu söylemler üzerinden şekillendirmelerine zemin hazırlamaktadır. Bu durum, zaman zaman Suriye'de oluşturulması planlanan 'güvenli bölge' gibi jeopolitik hedeflerle birleştirilmiş ve mültecilerin geri gönderilmesi, bir dış politika aracı olarak da sunulmuştur.
Bu durum, göçmenlerin insan olmaktan kaynaklı temel haklarının tanınmaması, yalnızca birer “yük”, “güvenlik sorunu” ya da “oy aracı” olarak görülmeleri sonucunu doğurmaktadır. Oysa insan hakları perspektifi, mültecileri herhangi bir siyasi konjonktürden bağımsız olarak değerlendirmeyi; onların yaşam hakkını, onurunu ve özgürlüklerini esas almayı gerektirir.
İnsan Hakları ve Hukuki Sorumluluk
Mültecilik, insanlık tarihinin en köklü krizlerinden biridir. Zorla yerinden edilme, yaşam alanından kopma ve bilinmezliğe doğru yapılan zorlu yolculuklar, her bireyin temel güvenlik ihtiyacını derinden sarsar. Bu bağlamda uluslararası koruma, yalnızca ahlaki bir mesele değil, aynı zamanda devletlerin insan haklarına dayalı açık bir hukuki ve toplumsal sorumluluğudur.
Türkiye gibi göç yollarının kesişim noktasında bulunan ülkelerin, kısa vadeli güvenlikçi politikalar yerine, eşit haklar temelinde bir arada yaşamı, sosyal adaleti ve insan onuruna dayalı çözümler üretmeleri elzemdir. Mültecilerin hukuki statülerinin korunması, kimlik belgelerinin siyasi araçlara dönüştürülmemesi ve insan haklarına uygun prosedürlerin işletilmesi, hem ulusal barış hem de uluslararası itibar açısından hayati önemdedir.
Uluslararası koruma belgelerinin ve kimliklerin iptal edilmesi, yalnızca bireyleri değil, toplumun bütününü etkileyen çok boyutlu bir meseledir. Bu sürecin şeffaf, hukuki denetime açık ve insan hakları merkezli yürütülmesi bir zorunluluktur. Türkiye'nin uluslararası sorumluluklarını ve bir hukuk devleti olma niteliğini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmesi için hak temelli bir göç politikasına, güçlü sivil toplum mekanizmalarına ve uluslararası sorumluluk bilincine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, hak ihlaline uğrayan bireyler için etkin hukuki yollara başvurmak ve adil yargılanma hakkını sonuna kadar kullanmak, bu sistemsel sorun karşısında en temel güvencedir.
Kaynaklar:
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 1951 Sözleşmesi (Cenevre Sözleşmesi) ve 1967 Protokolü.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (Yayımlandığı Resmî Gazete: 11/4/2013, Sayı: 28615).
Geçici Koruma Yönetmeliği (Yayımlandığı Resmî Gazete: 22/10/2014, Sayı: 29153).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS).
Uluslararası Af Örgütü, "Savaş Bölgesine Geri Gönderildiler: Türkiye'nin Suriyeli Mültecilere Yönelik Hukuka Aykırı Sınır Dışı Uygulamaları", Ekim 2019, (Endeks: EUR 44/1102/2019).
Uluslararası Af Örgütü, "“Bizi İnsan Yerine Koymuyorlar”: Afganların Türkiye ve İran’dan Hukuka Aykırı Olarak Geri Gönderilmeleri", Ağustos 2022, (Endeks: ASA 11/5897/2022).
T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, "Ülkemizde Bulunan Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar", Kasım 2022.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Türkiye Ülke Sayfası ve İstatistikleri, (Sürekli güncellenen veri portalı).




Yorumlar