top of page

Unutulan Şirketler, El Konulan Mülkler: TTK Geçici Madde 7’nin Yarattığı Büyük Mağduriyet

  • Yazarın fotoğrafı: Saliha ŞAHİN
    Saliha ŞAHİN
  • 18 Haz
  • 3 dakikada okunur
Bir yasanın neden olduğu mülksüzleştirmeyi anlatan dokunaklı bir kompozisyon: Tozlu bir masanın üzerindeki aile şirketi fotoğrafı ve resmi tasfiye belgeleri.

Bir Gecede Gelen "Hukuki Ölüm" ve Mağdurları


Türkiye’de on binlerce şirket sahibi, bir sabah uyandıklarında yıllar önce kurdukları, kimi zaman bir aile yadigârı gibi gördükleri, şirketlerinin artık hukuken var olmadığını, daha da acısı bu şirketlere ait gayrimenkul ya da banka hesaplarının artık kendilerine ait sayılmadığını öğrenmenin şokunu yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Bu durum, basit bir ihmalin değil; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Geçici 7. Maddesiyle hayata geçirilen, devletin bugüne kadar uyguladığı en kapsamlı tasfiye operasyonlarından birinin doğrudan sonucudur.

 “Ticaret sicilini temizleme” gibi masum bir gerekçeyle başlatılan sürecin nasıl sistematik bir mülksüzleştirme mekanizmasına dönüştüğünü; küçük mülk sahipleri ve alacaklıları nasıl savunmasız bıraktığını; bu hukuki labirentte hak arama mücadelesinin ne anlama geldiğini, mağdurların perspektifinden ve eleştirel bir bakış açısıyla analiz edelim

 

Gerekçe "Sicil Temizliği", Sonuç "Küçük Mülkiyetin Tasfiyesi"

Resmî söyleme göre, kanunun amacı ekonomik hayatta yer kaplayan "hayalet şirketleri" sistemden ayıklamaktı. Ancak gerçekte, bu düzenlemeden etkilenenler devasa hukuk birimlerine sahip büyük holdingler değil; ekonomik krizler sonrası toparlanamayan, sahibi vefat etmiş ya da hastalanmış, mirasçıları arasında uyuşmazlıklar olan veya yalnızca yasal prosedürleri takip edecek maddi güce sahip olmayan on binlerce küçük aile şirketi ve esnaftı.

Oysa normal şartlarda bir şirketin sona ermesi, ortakların iradesine ve alacaklıların korunmasını sağlayan detaylı bir tasfiye sürecine dayanır. Geçici 7. Madde ise bu süreci atlayarak, şirketleri sahiplerinin ve alacaklılarının bilgisi dahi olmadan, tek taraflı idari kararlarla "hukuken öldürmüştür." Bu, açıkça küçük ve dağınık sermayenin sistem dışına itilmesidir.

 

Mülkiyet Hakkına Anayasal Darbe mi? “Ölçüsüz” Bir Yaptırım mı?

Anayasa tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkı, hukuk devletinin temel taşlarından biridir. Ancak Geçici 7. Madde, bu hakkın ne kadar kırılgan olduğunu dramatik biçimde ortaya koymuştur. Basit bir idari eksiklik—örneğin genel kurul yapılmaması—karşılığında öngörülen yaptırım, doğrudan mal varlığına el konulması olmuştur.

Kanun koyucuların "10 yıllık hak arama süresi tanındı" savunması, yasal açıdan geçerli olabilir; ancak sokaktaki vatandaş için anlam ifade etmemektedir. Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’ni her gün takip etmeyen, hukuki danışmanlık almanın lüks sayıldığı milyonlarca insan için bu 10 yıllık süreç, farkında bile olmadıkları bir tuzağa dönüşmüştür. İşlenen kusur ile verilen ceza arasındaki bu devasa orantısızlık, düzenlemenin adalet temelini derinden sarsmaktadır.

 

 Zincirin En Zayıf Halkası: Sistemin Dışına İtilen Alacaklılar

Geçici 7. Madde’nin yarattığı en ciddi sosyal adaletsizliklerden biri, alacaklıların haklarının tamamen yok sayılmasıdır. Kanunun 12. fıkrası, Hazine'nin şirketin mal varlıklarını devralırken borçlarından sorumlu olmayacağını açıkça belirtmektedir.

Bu şu anlama gelir: Şirketten maaşını alamayan bir işçi, malının karşılığını tahsil edememiş bir tedarikçi ya da kira alacağı bulunan bir dükkân sahibi... Tüm bu insanlar, alacaklarının karşılığı olan mal varlıklarının Hazine’ye geçtiğini görmüş, ancak kendileri için hiçbir hak doğmadığını anlamışlardır. Devlet, kendi bilançosunu düzeltirken, bu şirketlerin çevresindeki ekonomik ve sosyal ağı; özellikle de küçük alacaklıları kaderine terk etmiştir. Bu durum, sosyal devlet ilkesinin açık bir ihlali niteliğindedir.

 

"Kamu Yararı" Kimin Yararına?

Her mülksüzleştirme pratiğinin ardında sihirli bir gerekçe yatar: "Kamu yararı." Ancak burada şu soruları sormak kaçınılmazdır:

  • Düzenli bir sicil kaydı, bir ailenin nesiller boyu sahip olduğu bir mülkten daha mı üstün bir kamu yararıdır?

  • Devletin kasasına girecek birkaç taşınmaz, o taşınmaz üzerinde hakkı olan işçilerin ve esnafların alacağından daha mı kıymetlidir?

Bu sorular, "kamu yararı" kavramının dar bir bürokratik ve mali çerçeveye indirgenerek nasıl araçsallaştırıldığını göstermektedir. Gerçek kamu yararı; devletin, vatandaşlarının haklarını, mülkiyetini ve sözleşmeden doğan alacaklarını koruması ve adil bir ekonomik düzen kurmasıyla sağlanabilir.

 

Bölüm 5: Hukuki Mücadele Alanları ve Sert Gerçeklik

Bu tablo karşısında hak aramak isteyen mağdurlar için yollar son derece sınırlı ve dikenlidir:

  • İhya Davası: 10 yıllık süre dolmadan açılabilecek bu dava teorik bir çözüm sunsa da, yüksek maliyetleri nedeniyle çoğu küçük işletme için ulaşılamazdır.

  • 10 Yıl Sonrası: Süre dolduktan sonra şirketin ihyası mümkün değildir. Şirket adına kayıtlı mülk görünse bile, bu yalnızca idari bir gecikmedir; mülkiyet yasal olarak Hazine’ye geçmiştir.

  • Son Çare: Anayasal Hak Mücadelesi: Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru ya da genel mahkemelerde Hazine’ye karşı tapu iptali ve tescil davası açmak mümkündür. Ancak bu yol, uzun, masraflı ve kazanma garantisi olmayan zorlu bir mücadeleyi gerektirir. Yine de bu, hukukun son kalelerini zorlamaya çalışanlar için tek umut ışığıdır.

 

Önemli Hukuki Not ve Sorumluluk Reddi

Bu makale, TTK Geçici 7. Madde’nin yarattığı bireysel ve toplumsal mağduriyetleri değerlendirmek ve genel bir hukuki çerçeve sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Ancak burada yer alan bilgiler, hukuki tavsiye niteliği taşımaz. Her hukuki sorun kendine özgüdür. Bu nedenle, içinde bulunduğunuz durumla ilgili olarak haklarınızı öğrenmek ve doğru adımları atmak için, mutlaka alanında uzman bir avukata başvurmanız büyük önem taşır. Hak arama sürecinizde profesyonel destek almak, en önemli güvenceniz olacaktır.


 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page